CEZA YARGILAMASINDA
HAKİMİN TARAFSIZLIĞINDA ŞÜPHE OLUŞMASI NEDENİYLE
HAKİMİN REDDİ
1. Hakimin Reddi Usulü
Hakimin reddi, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 24 vd. maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre hakimin reddi iki halde istenebilir: hakimin davaya bakamayacağı haller ve hakimin tarafsızlığının şüpheye düşmesi. Hakimin davaya bakamayacağı haller makalemizin konusu değildir. Bu makalemizde yalnızca hakimin tarafsızlığında şüphe oluşması hali nedeniyle ret uygulaması tartışılacaktır. Ancak pek tabii ki ret uygulaması hakkında genel bilgiler vermek de kaçınılmazdır.
Hakimin reddini talep edebilecek yargılama süjeleri kanunun 24/2. maddesinde sayılmıştır. Bunlar: Cumhuriyet savcısı; şüpheli, sanık veya bunların müdafii; katılan veya vekilidir. Üçüncü fıkra uyarınca, bunlardan herhangi biri istediği takdirde, karar veya hükme katılacak hakimlerin isimleri kendisine bildirilir.
Ret istemi, dilekçeyle veya tutanak tutturmak suretiyle sözlü olarak yapılabilir. Dolayısıyla duruşma oturumu sırasında sözlü istemin zapta geçmesi halinde ret isteminde bulunulmuş sayılır[1]. Ancak CMK m. 29/2 uyarınca duruşma oturumunda ret isteminde bulunulmuşsa oturum bu sebeple ertelenmez. Ne var ki delillerin değerlendirilmesi sonrası esas hakkında söz verilme işlemine de geçilemez. Ayrıca oturum sonrası diğer oturuma kadar ret istemi hakkında bir karar verilmiş olmalıdır. Aksi halde sonraki oturuma da başlanamaz.
Özetle duruşma sırasında ret isteminde bulunulmuşsa bu istem duruşmanın devamına engel olmaz. Mahkeme duruşmaya devam eder. Duruşmaya ara verildikten sonra bu istem hakkında karar verilir. Bu karar verilmeden diğer oturuma başlanamaz. Nihayet her ne kadar duruşmaya devam olunsa da son söz aşamasına da geçilemez.
Yargıtay Kanunu m. 39 uyarınca, daire ve kurulların toplantılarını engelleyen toplu ret istemleri dinlenmez.
Kanun koyucu, ret isteminden bulunana, bunların sebeplerini ve dayandığı olgularını bir defada açıklama yükümlülüğü getirmiştir. Yargılamayı etkilemek, uzatmak vs. hakkın kötüye kullanılması niteliğindeki istemleri engellemek için kanun koyucunun aldığı önlemlerden bir tanesi de istem sahibine bu yükümlülüğü yüklemek olmuştur. Böylece ret uygulamasının kötüye kullanılması önlenmek istenmiştir. Dolayısıyla ret isteminde bulunan kişinin bu isteminde ciddi olması aranmaktadır.
Reddi istenen hakim, ret isteminden sonra yalnızca gecikmesinde sakınca bulunan işlemleri yapar. Gecikmesinde sakınca bulunan işlem, ret isteminin sonucunun beklenmesi halinde işlemin sağlığında zarar tehlikesi olması anlamına gelir[2].
Ret isteminin yapılmasından sonra reddi istenen hakim yazılı olarak görüşünü dosyaya sunar. Hakimin ret isteminde bulunanın bu iddiasını kabul etmesi ve tarafsız olamayacağını açıklaması halinde istemin kabul edilmiş olacağına ilişkin görüşlere karşılık[3], kanun gerekçesinde önceki kanunda yer alan “Ret olunan hakim, ret talebinin haklı olduğunu kabul ederse ret talebi hakkında bir karar verilmez.” hükmüne yer verilmediğini ve böylece her halde merciin karar vermesi zorunluğunun kabul edildiğini belirtmektedir. Dolayısıyla bu halde de mercii tarafından bir karar verilmelidir.
Ret istemi hakkında reddi istenen hakim katılmadan bir karar verilir. Ancak mahkeme o hakim olmadan toplanamıyorsa kanun koyucu inceleme mercileri tayin etmiştir. Bu merciler aşağıdaki gibidir:
Hakim asliye ceza mahkemesi hakimi ise – inceleme mercii ağır ceza mahkemesi.
Hakim ağır ceza mahkemesi hakimi ise – inceleme mercii numara itibariyle bir sonraki ağır ceza mahkemesi.
Hakim sulh ceza hakimi ise – inceleme mercii asliye ceza mahkemesi.
Hakim bölge adliye mahkemesi ceza dairesi üyesi ise - inceleme mercii reddedilen başkan ve üye katılmaksızın görevli olduğu daire.
Bu inceleme sonucunda ret istemi kabul edilirse davaya bakmakla başka bir hakim görevlendirilir ve bu karar kesindir. Ret isteminin kabulüne karar verildiğinde, gecikmesinde sakınca bulunan hal nedeniyle yapılmış işlemler dışında, duruşma tekrarlanır. Ancak istem reddedilirse bu karara karşı itiraz kanun yoluna başvurulabilir. Burada genel olarak itiraz kanun yoluna ilişkin hükümler (CMK m. 267 vd.) uygulanır.
Hakimin reddini isteme süresi ise kanunun 25. maddesinde aşağıdaki gibi ifade edilmiştir:
İlk derece mahkemesinde sanığın sorgusunun başlamasına kadar.
Duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtayda görevlendirilen üye veya tetkik hakimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya kadar.
Duruşmasız işlerde inceleme başlayana kadar.
Sonradan ortaya çıkan veya sonradan öğrenilen sebepler halinde ise bu tarihten itibaren 7 gün.
Nihayet belirtelim ki “Hukuka kesin aykırılık hâlleri” başlıklı CMK m. 289/1-c uyarınca “Geçerli şüphe nedeniyle hakkında ret istemi öne sürülmüş olup da bu istem kabul olunduğu hâlde hâkimin hükme katılması veya bu istemin kanuna aykırı olarak reddedilip hâkimin hükme katılması.” nedeni, hukuka kesin aykırılık hallerinden olması nedeniyle bir bozma nedenidir.
2. Ret İsteminin Doğrudan Geri Çevrilmesi
Uygulamada sıklıkla karşılaşılan ret isteminin doğrudan çevrilmesine gelelim. Kanunun 31. maddesinde sayılan hallerden birisi varsa hakim veya mahkeme doğrudan kendisi ret istemi hakkında karar verir. Yani duruşma oturumu sırasında asliye ceza mahkemesi hakimi reddedilmişse bu hakim kendisi doğrudan ret kararı verecektir. Ağır ceza mahkemesinde ise reddedilen hakimin de katılmasıyla mahkeme doğrudan kendisi ret karar verecektir.
Bu sayılan haller şunlardır:
Ret isteminin süresinde yapılmaması.
Ret sebebi veya delili gösterilmemesi.
Ret isteminin duruşmayı uzatmak amacı ile yapıldığının açıkça anlaşılması.
Madde gerekçesinde, duruşmaların sürüncemede kalmasını engelleme amacıyla bu hükmün kabul edildiği belirtilmiştir.
İlk iki bent açık olmasına karşın üçüncü bentte sorunlar doğmaktadır. Ret isteminin süresinde yapılıp yapılmadığını saptamak kolaydır. Aynı şekilde, sebepsiz bir ret istemi de hemen tespit edilebilir. Ancak ret istemini ileri sürenin iç dünyasına girerek bu amacını tespit etmek bir akıl yürütmeyi gerektirir. Kastın tespitinde olduğu gibi iç dünyaya ilişkin bu konu istemde bulunanın istem öncesi, sırası ve sonrasındaki dışa yansıyan hareketlerinden belirlenecektir.
Örneğin, yukarıda da belirtildiği gibi ret isteminde bulunan kişi, bunların sebeplerini bir defada ileri sürmek ve dayandığı olguların tümünü açıklamak zorundadır. Dolayısıyla ilk istemde bu kapsamda ileri sürülmesi gereken bir sebep veya olgunun ileri sürülmeyip de daha sonrada gündeme getirilmesi, duruşmayı uzatma amacı olarak yorumlanabilir[4].
Aynı nedenlere dayanılarak tekrar ret isteminde bulunulması da bu amaç kapsamında yorumlanabilir. Yine, farklı nedenlere dayanılsa dahi olayın kendisinden anlaşılan haller de olabilir. Örneğin istemde bulunan, hakimin en ufak hareket veya söylemini ileri sürmek suretiyle ret isteminde bulunabilir. Burada önemli olan, bu amacı tespit edecek olan mahkeme veya hakimin, dürüst yorum ilkesi bağlamında değerlendirme yapmasıdır. Nasıl istemde bulunan hakkını kötüye kullanmamalı ise hakim de bu sebeplere dayanarak takdir hakkını kötüye kullanmamalı ve her istemi yukarıdaki bentlerden birine girdiğinden bahisle geri çevirmemelidir. Örneğin, zaten duruşma oturumunun erteleneceği açık olan bir dosyada, ilk defa ret isteminde bulunulması halinde bu istem zaten duruşmayı uzatma kabiliyetinden yoksun olacaktır. Zira, zaten duruşma oturumu ertelenecek ve bu oturumlar arasında ret istemi hakkında bir karar verilebilecektir.
Gerçekten de Yargıtay bir kararında, celse arasında yapılan ret talebinin, duruşmayı uzatma amacıyla yapılması nedeniyle geri çevrilmesini hukuka aykırı bulmuştur. Zira daha oturuma günler vardır ve bu arada ret istemi hakkında bir karar vermek mümkündür[5].
Yukarıdaki nedenlere dayalı olan geri çevirme kararlarına karşı ise genel itiraz yoluna başvurulabilir. Burada diğer bir sorun itirazda bulunulması halinde duruşmaya devam edilip edilemeyeceğidir. Örneğin oturum esnasında ret isteminde bulunulmuş ve hakim veya mahkeme tarafından bu istem geri çevrilmiştir. Daha sonra istemde bulunan itiraz kanun yoluna başvurduğunu bildirmiştir. Mahkeme bu durumda itiraz merciine dosyayı göndermek için oturumu ertelemek zorunda mıdır?
Bu soruya cevap vermek için genel itiraz kanun yolu hükümlerine başvurmak gerekir. CMK’nın “İtirazın kararın yerine getirilmesinde etkisi” başlıklı 269. maddesi uyarınca “İtiraz, kararın yerine getirilmesinin geri bırakılması sonucunu doğurmaz.” Buradan hareketle bu soruya olumsuz cevap vermek gerekir. Çünkü itiraz edilmesi, itiraza konu kararın uygulanmasını engellemez. Dolayısıyla ret isteminin geri çevrilmesi kararına itiraz halinde de bu itiraz, geri çevirme kararının uygulanmasını engellemez. Bu nedenle de mahkeme duruşmaya devam edebilir.
Buradaki diğer sorun ise duruşmayı ertelemek zorunda olmayan mahkemenin dosyada hüküm kurup kuramayacağıdır. Yargıtay bir kararında, ret isteminin geri çevrilmesine ilişkin karara karşı oturum esnasında itiraz edileceğinin bildirilmesine rağmen mahkemece bu itiraz hakkı kullandırılmadan nihai hüküm kurulmasını hukuka aykırı bulmuştur[6].
Başka bir kararında da Yargıtay, ret talebinin doğrudan mahkemece geri çevrildiği duruşmada sanık müdafisi itirazda bulunduğunu belirtmesinde rağmen son söz hakkı tanıyarak hüküm kurulmasını hukuka aykırı görmüştür[7].
Her ne kadar mahkeme, itiraz kanun yoluna başvuruldu diye duruşmayı ertelemek zorunda değilse de bu kanun yoluna başvuruyu anlamsız kılacak derecede hareket etmemelidir. Zira bu halde artık itirazın hiçbir anlamı kalmamaktadır. Bu sonuca ise adil yargılanma hakkı bağlamında bir yorum yaparak ulaşıldığı açıktır.
Diğer yandan bunun da ret isteminde bulunana sonsuz itirazda bulunarak dosyadan hüküm verilmesini engelleme hakkı verdiğini söylemek mümkün değildir. Her halde istemde bulunanın hakkını kötüye kullanamayacağı ifade edilmelidir. Yukarıda yapılan yorum adil yargılanma hakkı bağlamında yapıldığına göre, bir defa itirazını inceleten istemde bulunanın tekrar benzer nedenlerle itirazda bulunması halinde bu itirazın hüküm verilmesine engel olamayacağı söylenmelidir. Çünkü bu durumda zaten istemde bulunan hak arama hakkını kullanabilmiştir. Kuşkusuz bunun takdiri ve denetimi de kanun yolu mercileri tarafından yapılacaktır.
3. Hakimin Tarafsızlığı ve Tarafsızlığını Şüpheye Düşüren Nedenler
Hakimlerin sahip olmasını gereken en temel iki özellik bağımsızlık ve tarafsızlıktır. Aksi halde verilecek olan kararın meşruiyeti tartışmalı olacak ve hukuk, varlık amacına ulaşamayacaktır. Bu nedenle de yargının bağımsız ve tarafsızlığı anayasalarda, temel haklara ilişkin sözleşmelerde ve kanunlarda kendisine sıkça yer bulur.
Örneğin, Bangelor Yargı Etiği’ne göre[8]: Yargıç, görevini yaparken önyargısız olmalıdır. Yargıç, tarafsız görünmesini zedeleyecek söz ve davranışlardan kaçınmalıdır.
Tarafsız, “birinden yana olmayan veya bir düşünceye, bir isteğe katılmayan, onu desteklemeyen, yan tutmayan; yansız, bitaraf, nötr.” anlamlarına gelmektedir[9]. Bu bağlamda hakimin tarafsızlığı onun davanın taraflarına eşit mesafede olmasını ifade eder[10]. Hakimin bu taraflardan birisine, herhangi bir açıdan daha yakın olması verilecek kararın meşruiyetine gölge düşüreceğinden hukuk düzeninin engel olmak istediği bir sonuçtur.
Peki hakimin tarafsız olmadığı ileri sürülüyorsa ne yapılacaktır? İşte hakimin tarafsızlığını sağlamak ve denetlemek üzere CMK, hakimin tarafsızlığında şüphe olması halinde hakimin reddedilebileceğini düzenlemiştir.
Kanunda “tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden” bahsedilmiş ancak bu sebepler açıklanmamıştır. Zira bu sebepler sınırlı sayıda değildir. Herhangi bir nedenle böyle bir sebep ortaya çıkmış olabilir. Diğer yandan hakimin tarafsız olduğunun veya öyle hareket ettiğinin anlaşılmasına gerek yoktur. Yalnızca hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek bir sebep gerekli ve yeterlidir.
Hakimin tarafsızlığının önemi nedeniyle böyle bir düzenleme yapılmıştır. Tarafsızlık ilk önce görünüşte olmalıdır. Hakim dışarıdan tarafsız görünmediği halde gerçekte tarafsız ve objektif bir karar vermiş olabilir. Ancak toplun nezdinde bu karar sorgulanır ve hakimin tarafsız görünmemesiyle karar arasında nedensellik bağı kurulabilir. Yukarıda da bahsedildiği gibi hukuk düzeni bu sonucu göze almak istemez. Dolayısıyla da hakimin tarafsız olamayabileceğindeki bir şüphe, onun davaya bakmaması için yeterli bir sebeptir.
Bu nedenlerle şüphe olup olmadığı objektif açıdan değerlendirilmelidir. Örneğin hakimin davaya bakmakla yasaklı olduğu akrabalık halleri dışındaki yakın insani ilişkiler hakimin tarafsız davranamayacağında şüphe olarak yorumlanabilir[11]. Hakim, yıllardır tanıdığı çocukluk arkadaşının davasında tarafsız kalamayabilir. Çünkü insan tecrübesi göstermektedir ki insanlar sevdiklerini ve yakınlarını kollamak uğruna adaletten sapabilmektedir. Haliyle bu nesnel bilgiyle söylenebilir ki herhangi bir insan bu halde tarafsız davranamayabilir. İşte bu olasılık, ret sebebi için yeterlidir.
Başka bir örnek vermek gerekirse, eşlerden birinin düzenlediği iddianamenin davasında diğer eşin hakim olması tarafsızlık ilkesiyle bağdaşmaz[12]. Daha önce de belirtildiği gibi tarafsızlık halinde oluşan şüpheye ilişkin sınırlı sayıda bir örneklendirme yapılamaz. Hakimin taraflardan birine yakınlığı bulunması gibi herhangi bir insanın tarafsız olamayabileceği nedenlerin varlığı halinde bu şüphe kabul edilebilir. Ancak her soyut şüphe de yeterli olmamalıdır. Örneğin hakimin dindar olduğu, taraflardan birinin de dindar olduğu ve fakat diğer tarafın ateist olduğu biliniyor diyelim. Yalnızca dini düşüncelerin bir tarafla uyuşması hakimin tarafsızlığında şüphe olarak kabul edilmemelidir. Zira hakim ideolojisini dosyaya yansıtmaması gerektiğini bilir ve bu yönde eğitilerek mesleğe alınır.
Uygulamada sıklıkla karşılaşılan diğer bir sebebe gelelim: ihsas-ı rey. İhsas-ı rey, henüz hüküm verilmemiş olmasına rağmen hakimin görüşünü açıklaması nedeniyle tarafsızlığın şüpheye düşmesidir[13]. Bu halde hakim, daha hüküm açıklanmadan görüşünü açıklamak suretiyle bir tarafın lehine olan düşüncesini açıklamış olmak suretiyle tarafsızlığını kaybetmekte veya buna şüphe düşürmektedir.
Hakimin açıklama veya davranışlarının, ihsas-ı rey olup olmadığı her somut olaya göre ayrı bir değerlendirmeye tutulmak zorundadır. Ancak hemen şunu belirtelim ki, hakimin verdiği ara kararlar, örneğin tutuklama kararı veya tutukluluk halinin devam kararı, görüşünü açıklama olarak kabul edilemez. Zira bu kararlar nihai karar değildir. Her hakim önceden verilen bu ara kararın hükümden farklı olduğunu ve ara kararın hükmünü etkilemeyeceğini bilir. Buradaki ara kararın sanık lehine veya aleyhine olması fark yaratmaz[14]. Mahkemenin, ihsas-ı rey bahanesiyle gerekçe yazmaktan imtina etmesi kabul edilemez[15]. Çünkü mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olmak zorundadır. Mahkemelerin görevi yalnızca karar vermek değil, gerekçeli karar vermektedir. Burada kastedilen hüküm değil, her türlü kararlardır.
Örneğin tutuklama kararı verilirken veyahut da kovuşturma aşamasına geçildikten sonra tutuklama halinin devamına karar verilirken neden somut olayda kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu dosyadaki somut delillerle ilişkilendirilerek açıklanmak zorundadır. Bu ihsas-ı rey değildir. Zira mahkemenin buradaki gerekçesi, tutukluluk şartları yönündendir. Mahkeme delillerin neden kuvvetli suç şüphesi oluşturduğunu açıklayacaktır. Hükümde mahkumiyet vermek için ise tam vicdani kanaat gerekir. Kuşkusuz ki kuvvetli şüphe ile tam vicdani kanaat farklı şeylerdir. Kuvvetli suç şüphesi bulunan olaylarda yapılacak yargılamalarda tam vicdani kanaate ulaşarak mahkumiyet verilmesi gayet doğal olduğu gibi bu kuvvetli şüphenin aşılamayarak tam vicdani kanaate ulaşılamaması da mümkündür. Dolayısıyla hüküm ile bu ara karar arasında esaslı fark vardır. Yalnızca hakim veya mahkeme, bu ara kararında hüküm ile ilgili konulara girmemelidir.
Hakimin yayınladığı bilimsel görüşleri de davanın taraflarıyla doğrudan veya dolaylı olarak ilgili olmadığı sürece ihsas-ı rey sayılmaz[16]. Çünkü hakim de bir hukukçudur ve gerek yayınlarında gerekse daha önceki verdiği gerekçeli kararlarında bilimsel görüşlerini ortaya koyabilir. Ayrıca, bilimsel görüşler soyut olup somut olaydan bağımsızdır. Örneklerle dahi açıklanan soyut bilimsel görüşler, karşılaşılan somut olaylarla %100 uyum sağlamaz. Kaldı ki somut olayın özelliğine göre farklı uygulamalar da söz konusu olabilir. Dolayısıyla somut olaydan bağımsız görüş açıklamalar ihsas-ı rey olarak değerlendirilmemelidir.
Yargıtay’a göre ihsası-ı rey yalnızca duruşmada değil, soruşturma evresinde veyahut da bu evrelerden bağımsız olarak hakimin görüşünün kamuoyunun bilgisine ulaşması hallerinde de söz konusu olabilir[17]. Dolayısıyla soruşturma evresinde sulh ceza hakimi de örneğin tutukluluk oturumunda daha karar vermeden görüşünü açıklarsa bu ret sebebi olacaktır. Yine bir ağır ceza mahkemesi üyesinin duruşma dışında dava hakkında görüşünü açıklaması ihsas-ı rey niteliğindedir.
Yargıtay bir kararında ise yerel mahkemede bir sanık yönünden gerekçeli kararda suçu diğer sanıkla işlediğinin kabul edildiği ve fakat bu diğer sanık hakkında tefrik kararı vererek yargılama devam ettiği davada, mahkemenin artık tarafsızlığını kaybettiğinden hakimin reddi istemlerinin kabulü yerine, istemlerin reddine karar verilmesini bozma nedeni kabul etmiştir[18]. Başka bir kararında ise Yargıtay, görevsizlik kararının gerekçesinde öldürme kastının bulunmadığını belirten mahkemenin bu açıklamasının görüş açıklaması niteliğinde olması nedeniyle tekrar kendisine gönderilen bu dosyada mahkeme heyetinin değiştirilmesi gerektiğini söylemiştir[19].
Bu örneklerden görüleceği üzere, nihai hüküm vermeden mahkeme, hükme dair açıklamalarda bulunarak görüşünü açıklamıştır. Dolayısıyla bu gibi hallerin de ihsas-ı rey olduğu muhakkaktır.
DİPNOTLAR
[1] Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 260.
[2] Feridun Yenisey/Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Baskı, Ankara, Seçkin, 2022, s. 262.
[3] Bahri Öztürk ve Diğerleri, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. Baskı, Ankara, Seçkin, 2022, s. 183.
[4] Veli Özer Özbek/Koray Doğan/Pınar Bacaksız, Ceza Muhakemesi Hukuku, 15. Baskı, Ankara, Seçkin, 2022, s. 519.
[5] Y CGK, T. 9.7.1984, E. 1984/1-250, K. 1984/267.
[6] Y 7. CD, T. 28.6.2006, E. 2006/1464, K. 2006/13086 (Öztürk ve Diğerleri, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 178’den alınmıştır.).
[7] Y CGK, T. 1.10.2019, E. 2017/5-1109, K. 2019/569.
[8] https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/Dosyalar/4a92e0cc-e94b-4912-aaf9-5dfc5b885e98.pdf
[9] https://sozluk.gov.tr/
[10] Öztürk ve Diğerleri, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 176.
[11] Özbek/Doğan/Bacaksız, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 512.
[12] Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 256.
[13] Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 21. Baskı, Ankara, Adalet, 2023, s. 206.
[14] Ünver/Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 207.
[15] Ünver/Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 207.
[16] Ünver/Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 209.
[17] Y CGK, T. 6.12.2023, E. 2023/16-396, K. 2023/641.
[18] Y 1. CD, T. 19.10.2011, E. 2011/304, K. 2011/6142.
[19] Y 1. CD, T. 16.4.2008, E. 2007/1009, K. 2008/3051 (Ünver/Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 207’den alınmıştır.).
BİBLİYOGRAFYA
https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/Dosyalar/4a92e0cc-e94b-4912-aaf9-5dfc5b885e98.pdf
ÖZBEK Veli Özer / DOĞAN Koray / BACAKSIZ Pınar, Ceza Muhakemesi Hukuku, 15. Baskı, Ankara, Seçkin, 2022.
ÖZTÜRK Bahri ve Diğerleri, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. Baskı, Ankara, Seçkin, 2022.
ÜNVER Yener / HAKERİ Hakan, Ceza Muhakemesi Hukuku, 21. Baskı, Ankara, Adalet, 2023.
YENİSEY Feridun/NUHOĞLU Ayşe, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Baskı, Ankara, Seçkin, 2022.